İNSANI VEYA HERHANGİ BİR CANLIYI KOPYALAMAK ONU YARATMAK DEĞİLDİR

Bazı yayın organlarında ise, genetik biliminin ilerlemesi ile insanın da kopyalanabileceği ve böylece insanın insan yaratabileceği ileri sürülmüştür. Bu da son derece çarpık ve gerçeklerden uzak bir mantıktır. Çünkü yaratmak, bir şeyi yoktan var etmektir ve bu fiil sadece Allah'a mahsustur. Genetik bilginin kopyalanmasıyla, bir canlının aynısından oluşturulması bu canlının yaratılması manasına gelmez. Çünkü, insan veya başka bir canlı kopyalanırken, bir canlının hücreleri alınmakta ve kopyalanmaktadır. Ancak hiçbir zaman, yoktan bir tek canlı hücresi bile oluşturulamamıştır. Bu konuda yapılan çalışmalar ise sonuçsuz kaldığı için durdurulmuştur.
Sonuç olarak, insanın genetik yapısının keşfedilmesi insanın kaderine karşı gelişini gösteren bir olay değildir, olamaz da. Her olay, her konuşma ve her gelişme, Allah katında çok önceden belli bir kader üzerinde belirlenmiştir. Buna teknolojinin ilerlemesi, bilimsel gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatına getireceği yenilikler de dahildir. Allah herşeyden haberdar olan ve herşeyi bilgisiyle sarıp kuşatandır. Küçük büyük her türlü olayın, Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleştiği gerçeği ise Kuran'da şöyle haber verilir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
... Sen yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)

KADERİN AKIŞI DEĞİŞTİRİLEMEZ

Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Allah yaşanmamış olayların da tümünü önceden bilir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiği konusunu, yani kader gerçeğini anlayamazlar. Oysa insanın henüz karşılaşmadığı bir olay kendisi açısından yaşanmamış bir olaydır. "Sonucu bilinmeyen" olarak nitelendirilen bütün olaylar sadece bizim için "bilinmez"dir. Sonsuz bir ilmin sahibi olan Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir; zaten zamanı ve mekanı yaratan Kendisi'dir. Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir. Allah katında bizim şu an yaşamakta olduğumuz ve ileride yaşanacak olan herşey olup bitmiştir. Tüm insanlar Allah'ın kendileri için yarattığı kadere, zamanı geldiğinde tanık olurlar.
Film karelerini eline alan bir insanın filmin başını, sonunu, arada gelişen olayları bir bütün olarak, tek bir anda görebilmesi gibi Allah da yaratmış olduğu tüm insanlarla ilgili herşeyden haberdardır. Herşeyi tek bir an olarak bilen Allah, bu tek bir anda yani sonsuz küçük zamanda sonsuzluğu yani sonsuz büyük zamanı yaratarak gücünün sınırsızlığını bize göstermektedir.
Allah gelmiş geçmiş bütün insanların hayatlarını tüm ayrıntılarıyla birlikte yaratandır. Bir insanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı olumlu ya da olumsuz gibi görünen bütün olaylar Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşir. En'am Suresi'nde yeryüzünde meydana gelen küçük büyük tüm olayların Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiği şu şekilde ifade edilir:
Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (En'am Suresi, 59)
İnsanın yaşamında gerçekleşen her tür olay; beklenmedik kazalar, hastalıklar, tedaviler, iyileşmeler kısacası iyi ya da kötü gibi görünen her şey Allah’ın belirlediği kader dahilinde gerçekleşir. Resimlerde görülen kişinin iyileşip iyileşmeyeceği hastalandığı an zaten bellidir. Aynı şekilde hangi hastanede ne kadar kalacağı, nasıl tedavi göreceği de Allah katında önceden belirlenmiştir. Bu insanın bir gün teknolojinin imkanlarıyla sağlığına kovuşuyorsa, bu, onun kaderindedir. Allah her şeyi yaratan ve her şeyden haberdar olandır.
Her insan ve her olay için bu durum geçerlidir. Hiç kimsenin Allah'ın kendisi için yarattığı kadere müdahale etmesi, olayların akışında herhangi bir değişiklik yapması mümkün değildir. Örneğin Allah her insanı belli bir ömür ile yaratmıştır ve her insanın ölüm anı Allah katında yer, zaman ve şekil olarak da bellidir. Örneğin bir insanın yakalandğı hastalık o insanın kaderinde, kendisi doğmadan milyarlarca yıl öncesinde bellidir. O hastalıktan kurtulup kurtulmayacağı da, Allah tarafından kaderinde belirlenmiştir. Hatta iyileşmesine vesile olacak olan doktorlar, hemşireler, hastane, ilaçlar, tedavi yöntemlerine kadar Allah katında önceden yazılmıştır. Dolayısıyla, eğer bir insan iyileşirse, bu, onun kaderini yendiği anlamına gelmez, kaderinde iyileşmek yazılı olduğu anlamına gelir.
Eğer gelecekte bir gün, bir insanın ömrü genlerine yapılan doğru müdahalelerle uzatılırsa, bu olay da söz konusu kişinin kendi kaderini yendiği anlamına gelmez. Bunun anlamı şudur: Allah bu insanı uzun bir ömürle yaratmıştır ve gen haritasının çıkartılmış olmasını da bu insanın ömrünün uzun olmasına vesile etmiştir. Gen haritasının bulunması da, bu kişinin genlerle ilgili teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde yaşaması da, yine o insanın ömrünün tıbbi imkanlarla uzatılması da onun kaderindedir; tümü Allah katında daha o insan dünyaya gelmeden önce bellidir.
Aynı şekilde bu proje çerçevesinde yapılan buluşlar neticesinde ölümcül hastalığı tedavi edilen insan da, yine kaderini değiştirmemiştir. Çünkü bu insanın kaderinde, geçirdiği hastalıktan bu projenin vesilesi ile kurtulmak vardır. Sonuçta, insanın gen haritasının çıkartılmış olması ve insanoğlunun genetik programa müdahale edebilecek imkanları elde etmesi, Allah'ın yarattığı kadere karşı gelmek demek değildir. Aksine, bu şekilde insanlık Allah'ın kendileri için yarattığı gelişmeleri izlemekte, Allah'ın yarattığı bilgiyi keşfetmekte ve kullanmaktadır. Eğer bir insan bu bilimsel gelişmeler sayesinde 120 sene yaşarsa, bu Allah'ın onun için önceden takdir ettiği bir yaştır, onun için ömrü bu kadar uzun olur. Allah, her insanın ömrünün Kendi katındaki bir kitapta belirli olduğunu bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)
Senelerce üniversite sınavına giren ve başarılı olamayan ancak en sonunda dilediği yere girmeyi başaran bir öğrenci, şirketini iflastan kurtaran bir işadamı, son anda uçağı kaçırdıkları için kazadan kurtulan kişiler ve benzer olaylardaki kişiler hep kaderlerini yaşamaktadırlar. Bu insanların hiçbiri kaderlerini değiştiremezler, aynı şekilde başkaları da bu insanların kaderlerine müdahale ederek değiştirme gücüne sahip değildir.
Kısacası "kaderimi yendim", "kaderimi değiştirdim", "kadere müdahale ettim" gibi ifadeler, kader gerçeğini bilmemenin getirdiği cehaletten kaynaklanmaktadır. Ve bir insanın bu ifadeleri kullanarak konuşması da onun kaderinde önceden belirlenmiştir. Kişinin bu cümleyi nerede, ne zaman, hangi şartlar altında kullanacağı dahi Allah katında tespit edilmiştir. Allah herşeyden haberdar olandır.
Allah, herşeyin katında bir kitapta yazılı olduğunu bildirmiştir. Bizler, bu kitapta yazılı olanların aynısını, hiçbir eksiklik veya fazlalık olmadan yaşarız.
Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

İNSANIN GENOMU PROJESİNİN YÖNETİCİSİ, ALLAH'A NASIL İMAN ETTİĞİNİ ANLATIYOR

İnsanın Genomu Projesinin başındaki en yetkili kişi olan, ünlü bilim adamı Francis Collins, 27 yaşına dek bir ateist olarak yaşamış. Bazı hastalarının Allah'a imanları sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını gören Collins, Allah'ın varlığına kanaat getirmeye başlamış. Genç bir doktorken, durumu kritik olan hastalarına imanın verdiği güçten nasıl etkilendiğini şöyle anlatmaktadır:
"Neredeyse kurtulmaları mümkün olmayan, çok kötü hastalıklara yakalanmışlardı ve Allah'a karşı yakınmak yerine, inançlarına bağlı kalmak, onlar için büyük bir rahatlık ve güvence kaynağı idi... Bu durum oldukça enteresandır, şaşırtıcıdır ve insanı tereddüte düşürmektedir."1
İlerleyen yıllarda DNA'daki "muazzam bilgi"yi gören Collins, kesin olarak ikna olmuş ve neden Allah'ın varlığına inandığını The Language of God (Allah'ın Lisanı) adlı bir kitapta açıklamıştır. Kitabında Yaratıcı'nın var olduğuna dair mantıklı bir temelin olduğunu ve bilimsel keşiflerin insanı "Allah'a yaklaştırmakta" olduğunu anlatıyor.
The Sunday Times gazetesinin 11 Haziran 2006 tarihli sayısında, "I've Found God, Says Man Who Cracked the Genome" (Genomun Şifresini Çözen Adam, 'Allah'ı Buldum' Diyor) başlıklı makalesinde şunları ifade ediyor:
"Bizim zamanımızın en büyük trajedilerinden bir tanesi, bilim ve dinin savaşmak zorunda olduğu izleniminin yaratılmış olmasıdır. Ben bunu hiçbir surette gerekli görmüyorum ve bu spektrumun uçlarını meşgul eden cırtlak seslerin de, son 20 yıldır sahneye hakim oluşunu son derece hayal kırklığına uğratıcı buluyorum....
Bir keşif yaptığınızda, bu bilimsel bir çoşku anıdır, çünkü üzerinde araştırma yapmışsınızdır ve cevaba yaklaşmışsınızdır. Fakat bu an benim için, hiçbir insanın bilmediği, ancak Allah'ın ezelden beri bildiği bir şeyi şimdi idrak ettiğimden Yaratıcı'ya yakınlaştığım bir andır.
İnsanoğlu ile ilgili her türlü bilgiyi ve sırrı taşıyan bu 3.1 milyar komutluk kitabı, ilk defa elinize aldığınızda, her bir sayfasını incelerken huşu hissetmekten kendinizi alamazsınız. Ben bu sayfalara baktığımda Allah'ın aklını görmekten kendimi alamıyorum."2
1, 2- Steven Swinford; The Sunday Times, 11 Haziran 2006; http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-2220484,00.html

BİLİNEN EN GELİŞMİŞ BİLGİ BANKASI DNA


Gelişen bilimin ortaya çıkardığı gerçek, canlıların asla tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kusursuz bir düzenliliğe ve son derece kompleks yapılara sahip olduklarıdır. Bu ise canlıları üstün güç ve ilim sahibi olan Rabbimiz'in yarattığının apaçık bir delilidir. Yaratıcımız olan Allah'ın varlığını redderek tesadüflere bel bağlayan evrim teorisi de, ortaya atıldığı tarihten bu yana, en sarsıcı darbelerden birini moleküler biyoloji alanındaki gelişmelerle birlikte almıştır. Çünkü moleküler biyoloji, canlılığın kökeninin sözde basit yapılara dayandığını öne süren Darwinizm'in iddialarını tartışmasız delillerle temelinden çürütmektedir. Bilim adamları, hücre içinde, "moleküler makine" olarak ifade ettikleri kompleks yapılar keşfettikçe, bunların rastlantılar sonucu oluşamayacağını açıkça görmüşlerdir.
Bu yapılardan biri 1950'lerde elektron mikroskobunun icadıyla keşfedilen, hücrenin bilgi bankası, DNA'dır. DNA, her hücrede bulunan, muhteşem bir düzene sahip, dev bir moleküldür. Bu uzun molekül zinciri üzerinde, o hücrenin -ve hücrenin ait olduğu canlının- tüm fiziksel ve kimyasal yapısına ait bilgiler şifrelenmiş şekilde bulunmaktadır. Ancak hücrenin içinde böyle bir bilgi bankası bulunması tek başına bir şey ifade etmez. Bu bilgi bankasının içindeki bilgilerin gerektiği şekilde okunması ve elde edilen bilgiye göre üretim yapılması zorunludur. Cansız maddelerin şifre yazması, şifre çözmesi, aşamalı tedbirler alması, elindeki bilgiye zarar gelmemesi için sistem kurması mümkün değildir. Bunları, topraktaki elementlerden meydana gelen moleküllerin kendi kendilerine yapması beklenemez. Ancak Darwinistler, evrim teorisine öylesine kesin bir tutuculukla bağlıdırlar ki, detaylarına ileriki bölümlerde değineceğimiz bu gerçeği inkar ederler. Herşeyin tesadüfen olduğuna kendilerini ve diğer insanları inandırmak uğruna, akıl ve mantıkla çelişen, bilimsellikten tamamen uzak iddialarını ısrarla savunurlar. Ancak Nobel ödülü sahibi biyokimyacı ve DNA'yı keşfeden bilim adamlarından biri olan Francis Crick, kendisi de evrimci olmasına rağmen, Life Itself (Hayatın Kendisi) adlı kitabında gerçekleri şöyle kabul etmektedir:
Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır.2
Evrimci görüşleriyle tanınan Richard Dawkins ise, hücre içinde saklı bu kompleksliği şu ifadelerle dile getirmektedir:
Fizik kitapları karmaşık olabilir, ama... bir fizik kitabının anlattığı nesne ve olgular, o kitabın yazarının bedenindeki tek bir hücreden daha basittir. Ve bu yazar, çoğu birbirinden farklı olan, ince bir mimari ve kusursuz bir mühendislik ile, bir kitap yazabilecek yetenekte, çalışan bir makine halinde organize olmuş trilyonlarca hücreden oluşmaktadır... Tek bir insan hücresinde Britanica Ansiklopedisi'nin otuz cildini, hatta 3-4 kat fazlasını depolayacak kadar bilgi kapasitesi mevcuttur.3
20-25 sene evvel, masanızda bir CD bulsaydınız, bu cisimle ilk defa karşılaşmış olmanıza rağmen, bu cismin varlığını hiçbir şekilde tesadüflerle açıklamaya çalışmazdınız. İncecik ve dümdüz yuvarlak bir plastik parçası olsa bile, şeklindeki düzgünlük size bunun belli bir amaçla, akıl ve bilgi sahibi bir insan tarafından yapıldığı izlenimini verir. Bunun planını çizen, bunu imal eden ve masanıza bırakan kişiyi görmeseniz bile, metal ve plastik malzemelerin kendiliğinden, tesadüf eseri böyle kusursuz bir şekil aldığını iddia etmezsiniz.
Bir de bu cismin yapısını detaylı incelediğinizi ve üzerinde girinti ve çıkıntılardan oluşan, "0" ve "1" sayıları ile kodlu bilgiler olduğunu öğrenseniz ne düşünürdünüz? İlk bakışta düz bir yuvarlak plaka gibi görünmesine rağmen, bu diski bir stadyum büyüklüğüne getirecek olursanız, üzerindeki girintiler yaklaşık bir kum tanesi büyüklüğünde olacaktır.4 Tüm bu girinti çıkıntılar, yazı, ses ve görüntü içeren bilgilerin kodlanmış halini oluşturur. Bu yuvarlak malzemenin içine onlarca kitaplık bilginin sığdırılması, kuşkusuz burada akıl ve bilgi sahibi insanların emeğinin olduğunu açıkça ortaya koyar ve kimse de bunun aksini iddia etmeye kalkmaz. Tam tersine burada çok üstün bir teknoloji olması -bilginin sıkıştırılmış bir hacimde kaydedilmesi, şifrelenmesi, saklanması gibi aşamalar- söz konusu CD'nin bilinçli bir şekilde var olduğunun, bir amaç için üretildiğinin delilleridir.
Ancak düz bir plastik parçası için tesadüf iddiasını imkansız gören bazı kişiler, DNA'daki mükemmel yaratılış karşısında aynı dürüstlükle konuşmazlar. Binlerce ciltlik ansiklopediyi kapsayacak bilginin gözle görülmeyen bir boyuta, en ideal şekilde sıkıştırıldığı ve şifrelendiği DNA molekülünün, tesadüf eseri oluştuğunu öne sürerler. Kaldı ki bir CD'yi yapan ve içine bilgileri yazan insanın beyni de, DNA'nın içerdiği bilgiler sayesinde işlev gören hücrelerden oluşmaktadır. Bunun mantıksızlığı ortadadır. Nasıl ki bir CD içindeki bilgiler, insana birileri tarafından oraya yazıldıklarını düşündürüyorsa, bundan çok daha üstün bir teknolojiyle, kapsamlı bir bilgi bankası içeren DNA da, üstün bir aklın, yaratılışın varlığını gösterir. Bu akıl, Yüce Rabbimiz'in sonsuz aklıdır. DNA da, yaratılışındaki üstünlüğü 20. yüzyıl teknolojisi ile kavrayabildiğimiz, Allah'ın bir mucizesidir. Rabbimiz yarattığı varlıkların amacını bir ayette şöyle bildirmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

DNA'nın Varlığı Tek Başına Hiçbir İşe Yaramaz


Genetik sistem yalnızca DNA'dan ibaret değildir. DNA'dan bu şifreyi okuyacak enzimler, bu şifrelerin okunmasıyla üretilecek mesajcı RNA, mesajcı RNA'nın bu şifreyle gidip üretim için üzerine bağlanacağı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak amino asitleri taşıyacak bir taşıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara işlemleri sağlayan son derece kompleks enzimlerin de aynı ortamda bulunması gerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancak hücre gibi, gerekli tüm hammadde ve enerji imkanlarının bulunduğu, her yönden izole edilmiş ve tamamen kontrollü bir ortamdan başkası olamaz...
Genetik sistem yalnızca DNA'dan ibaret değildir. Canlılıktan söz edilebilmesi için, mutlaka DNA zincirini okuyan, kopyalayan ve bu kopyalara göre proteinler üreten enzimlerin de bulunması gerekir. Bu, hücrenin "indirgenemez komplekslik" olarak açıklanan çok önemli bir özelliğidir.
Sonuçta bir organik madde, ancak bütün organelleriyle birlikte tam teşekküllü bir hücre olarak var olduğu takdirde kendini çoğaltabilir. Bu da hücrenin, olağanüstü derecedeki kompleks yapısıyla, "bir anda" var olması anlamına gelmektedir. Nobel ödüllü Fransız biyolog Jacques Monod, Chance and Necessity (Tesadüf ve Gereklilik) adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
İlkel hücreden kompleks hücreye geçiş iddiası hayalden ibarettir. Yaşam için gerekli kompleks moleküllerin hepsinin aynı anda ve birarada bulunması gerekir. Hücrenin varlığını sürdürmesi için de, daha en başından bütün parçalarıyla eksiksiz ve kusursuz bir bütün halinde olması zorunludur.
Modern hücrede genetik bilginin okunması için faaliyette bulunan mekanizmada, en az elli makromolekül bileşen bulunuyor. Fakat bunların kendisi de DNA'da şifrelenmiş: şifre, okuma sonucunda elde edilen ürünler olmaksızın okunamıyor. Bu, omne vivium ex ovo ["Bütün hayat bir yumurtadan gelir" şeklindeki Latin atasözü] ifadesinin çağdaş yorumu. Bu döngü ne zaman kapandı? Hayal etmesi gerçekten zor.188
Bir başka Nobel ödülü sahibi olan Fransız bilim adamı Andre Lwoff da, hücre içindeki her molekülün birbirleri ile bağlantılı çalışan bir bütünün parçası olduklarını ifade etmektedir:
Bir organizma, birbiriyle bağlantılı yapıların ve fonksiyonların oluşturduğu bir sistemdir. Hücrelerden oluşur ve hücreler de kusursuzca iş birliği yapan moleküllerden yapılmıştır. Her molekül, diğerlerinin ne yaptığını bilmelidir. Mesajları alabilmeli ve onlara göre hareket edebilmelidir.189
Olasılık hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA ve DNA) gibi kompleks moleküllerin tek tek tesadüfen oluşmalarının imkansız olduğunu göstermektedir. Ancak evrimciler için daha da büyük sorun, yaşam için bu kompleks moleküllerin hepsinin aynı anda ve birarada bulunması zorunluluğudur. Bu gerçek karşısında evrim teorisi tümüyle çaresizdir. Kimi zaman bu konu evrimcilerin itiraflarında da yer almaktadır. Bunlardan biri, çeşitli alanlarda profesörlük yapan Indiana Üniversitesi'nden Douglas R. Hofstadter'dir:
Nasıl oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (ribozomlar ve RNA molekülleri ile) birlikte ortaya çıktı? Bu soru karşısında kendimizi bir cevapla değil, hayranlık ve şaşkınlık duyguları ile tatmin etmemiz gerekiyor.190
Aynı gerçek, evrimci görüşlere sahip 20. yüzyıl bilim felsefecilerinden Prof. Karl Raimund Popper tarafından da kabul edilir. Prof. Popper bu açmazı şöyle tarif etmektedir:
Genetik kodun kökeni ile ilgili problem sadece bundan ibaret değildir. Kodun var olması demek bu bilgiyi almak ve kullanmak anlamına gelir; aksi takdirde DNA içinde kayıtlı olan bilgi gereksiz olurdu. Bilgiyi almak ve kullanmanın anlamı ise, enzim ve ribozomların bilgiyi kopyalaması ve tercüme etmesidir. Hücre, bu enzim ve ribozomları yapması gerektiğini nereden biliyordu? Cevap: genetik kodda kayıtlı olan bilgiden.191
Prof. Popper'ın dikkat çektiği gibi, hücrenin tüm yapı taşları, organellerine ait bilgiler, DNA'da kayıtlı bulunmaktadır. Diğer taraftan DNA'daki bilginin kullanılması için söz konusu yapı taşlarının, organellerin bulunması da zorunludur. Bu durum çok açık bir şekilde evrim teorisinin aşamalı oluşum iddialarını çürütmektedir. Çünkü DNA'da kodlu bilgi olmadan söz konusu organeller var olamaz; aynı şekilde söz konusu organeller var olmadan, DNA'da kodlu bilgi kullanıma geçirilemez. Yani her ikisinin aynı anda var olması gerekmektedir. Dolayısıyla ilkel hücreden kompleks hücreye geçiş iddiası hayalden ibarettir. Zoolog Prof. David E. Green ve biyokimyacı Prof. Robert F. Goldberger, evrimci görüşlerine rağmen, bilimsel bir yayındaki yazılarında şöyle belirtmektedirler:
İlkel hücrelerin, türlerin kökeni için başlangıç noktası olduğu konusundaki yaygın fikir gerçekten de hatalıdır. Bu hücreler hakkında işlevsel olarak ilkel olan hiçbir şey yoktur. Bu hücreler, günümüzdeki örnekleri gibi aynı biyokimyasal ekipmanı içermekteydiler. Peki daha sonraki hücreler nasıl ortaya çıkmıştı? Bu soruya verilecek tek anlamlı cevap, nasıl olduğunu bilmediğimizdir.192
Tüm canlılığı "tesadüf" cevabıyla açıklamaya kalkan evrim teorisi, DNA'da özenle ve kusursuzca kodlanmış bulunan olağanüstü bilginin kaynağını asla izah edememektedir. Kaldı ki konu DNA zincirinin nasıl ortaya çıktığı sorusundan ibaret değildir. Çünkü DNA zinciri, daha önce de belirttiğimiz gibi, içindeki olağanüstü bilgi kapasitesi ile birlikte var olsa bile, bu tek başına hiçbir şeye yaramamaktadır. Canlılıktan söz edilebilmesi için, mutlaka bir de bu DNA zincirini okuyan, kopyalayan ve bu kopyalara göre proteinler üreten enzimlerin bulunması gerekir. Yani canlılıktan söz edilmesi için, hem DNA adı verilen bilgi bankasının hem de bu bankadaki bilgileri okuyarak üretim yapacak makinaların var olması gerekmektedir. Bu hücrenin "indirgenemez komplekslik" olarak açıklanan çok önemli bir özelliğidir. Prof. Frank B. Salisbury hücredeki bu kompleksliği şöyle dile getirmektedir:
Şimdi hücrenin bizim hayal ettiğimizden çok daha kompleks olduğunu biliyoruz. Her biri kendi içinde kompleks makineler olan, binlerce enzimin faaliyetini içerir. Dahası, her enzim bir DNA şeritini oluşturan gene karşılık meydana gelir. Bu genin bilgi içeriği ve kompleksliği kontrol ettiği enzim kadar müthiş olmalıdır.193
Sonuç olarak, iç içe geçmiş, her parçası birbiriyle bağlantılı sistemlerden oluşan canlı hücresinin, tek bir organelinin bile eksikliği, o hücrenin çalışmaması anlamına gelir. Hücrenin böylesine hayati bir eksikliği zaman içinde telafi edecek, sözde evrim süreci ile tamamlayacak bekleme lüksü yoktur. Dolayısıyla milyonlarca sene rastlantıların küçük küçük parçaları biraraya getirmesiyle, bir canlı hücrenin oluşması mümkün değildir. Hücre, her parçasının aşamalarla oluşmasına imkan vermeyecek kompleks bir bütünlüğe sahiptir. Hücrenin varlığını sürdürmesi için, daha en başından bütün parçalarıyla eksiksiz ve kusursuz bir bütün halinde olması zorunludur. Bu durum da, evrim teorisi için aşılması mümkün olmayan açmazlardan biridir.

İNSANIN YAPITAŞI HÜCRELER…

Bir yumurtanın spermle döllenmesi, yeni bir insan hayatının ilk başlangıcıdır. Milyonlarca sperm, yumurtayı döllemek için birbiriyle yarışır ve sonuçta bir tanesi başarılı olur. Ancak bu şansa veya tesadüfe dayalı bir yarış değildir, her aşaması Allah tarafından kaderde tespit edilerek yaratılmıştır. Allah bir ayetinde bu gerçeği insanlara şöyle bildirir:
Sizleri biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)
Babanın sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri birleşir. Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır. Saç ve göz rengini, yüzünün biçimini, iskelet çatısındaki, iç organlardaki, beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir.
Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan bu hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur.
Döllenmiş yumurta dediğimiz o ilk hücrenin, bir insana dönüşmek için, çoğalması gereklidir ve bunun bilincinde, yüksek bir şuurla hücre bölünmeye karar verir. Bu yüksek şuur kendini bir sonraki aşamada da belli eder. Hücreler bölündükçe başkalaşır ve vücutta bulunması gereken bölgelere giderler. Birbirinin aynı hücrelerden oluşan bir et yığını değil de, bir kısmı, örneğin göz hücresi olup tam olması gerektiği yere, bir kısmı kalbi oluşturup göğüs kafesindeki yerine gider veya deri hücresi olarak bütün vücudu kaplar. Tüm hücreler, oluşturacakları dokunun gerektirdiği kadar çoğalır ve bu dokular da gerekli yapıyı oluşturmak üzere yanyana gelerek organları oluşturmaya başlarlar.
Bu başkalaşım ve yapılanma koordinasyonu DNA molekülü tarafından sağlanır. Şunu unutmamak gerekir ki DNA, ne en son teknolojiyle donatılmış laboratuvarlarda çalışan bir biyokimyager, ne de saniyede trilyonlarca işlem yapabilen bir süper-bilgisayardır. DNA, karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan bir moleküldür.
Şimdi düşünelim ve kendi kendimize soralım: İnsan vücudunda bulunan trilyonlarca hücre, bölünerek birbirinden çoğalıyor. Ancak her hücredeki farklı gen farklı zamanlarda aktive oluyor ve bu şekilde hücrelerde başkalaşım sağlanıyor. Diğer bir deyişle, ilk hücreden sonra bölünerek çoğalan her hücrede, tüm genetik bilgi vardır; yani her hücre aslında kalp kası, deri, alyuvar veya vücudun herhangi başka bir dokusunu üretme yeteneğine sahiptir. Her hücre o vücut için tam bir DNA tarifine sahip olsa da, gelişmenin farklı aşamalarında ve farklı organlarda sadece bazı genler aktiftir. Örneğin, böbrek oluşum ve fonksiyon kodları her hücrede bulunur; ancak sadece ilgili genler, gelişme sırasında, belirli zamanlarda, bu organda aktif olur. Benzer olarak, belli enzimler-örneğin, glükoz 6-fosfat esas olarak karaciğerde bulunur, fakat diğer organların her hücresi bu proteinin tarifine sahiptir, ama asla bu proteinin üretimini yapmaz. Örneğin göz hücresi bu enzimi üretmez, göz için gerekli olanları üretir; sinir hücreleri, beyin ve organlar arasında gidip gelen uyarı ve emirleri taşıyacak, karaciğer hücreleri toksinleri zararsız hale getirecek ve yağ hücreleri zayıf dönemler için yiyeyecek depolayacak şekilde uzmanlaşırlar; hiçbiri mide ile ilgili enzimleri üretme hatasına düşmez. Peki bu kusursuz işbölümünü kim yapmaktadır? Hücrelere bölünme ve bölündükten sonra farklı konularda uzmanlaşma emrini kim vermektedir? Dahası, tüm hücreler itaat şuuruna nasıl sahiptirler ve kimi dinleyerek böylesine kusursuz bir disiplin ve organizasyon içinde çalışmaktadırlar? Bunların hiçbirinin tesadüfen gelişen olayların sonucunda oluşmuş tesadüfi sistemler olmadığı son derece açıktır.
Hücrelerin sadece doğru zamanda doğru yerde bulunmaları ve doğru genleri aktif hale getirmeleri ile de bu kusursuzluk bitmemektedir. Hücreler aynı zamanda yaşamın doğru safhasında, doğru miktarlarda bulunmalıdırlar. Bazı "bakım" genleri, hemen hemen bütün hücrelerde, her zaman çalışır. Diğer genler, sadece bazı hücrelerde, kişinin yaşamındaki tek uygun, kritik bir dönemde, birkaç saatten az işlevini yapar, sonra bir daha çalışmak üzere bekleme moduna geçer. Örneğin emzirme sırasında süt üretimi genler tarafından hızlandırılır. Mevcut bilgi, uygun zamanda, uygun miktarda ve uygun yerde harekete geçirilir. DNA'da saklı milyarlarca bilginin bu kadar şuurlu, planlı, iradeli, hesaplı ve akılcı idaresi ve kullanımı evrimcilerin "tesadüf" iddiaları ile kesinlikle açıklanamaz. Dünya üzerinde hiçbir sistem, en basiti dahi tesadüfen oluşamazken, mikroskobik bir alanda gerçekleşen olağanüstü planlı ve organize olayların nedeni olarak tesadüfleri görmek büyük bir mantık çöküntüsüdür. Nitekim evrimciler de hücrelerdeki bu başkalaşıma ve kusursuz görev dağılımına bir açıklama getirmekten çok uzak olduklarını kabul etmektedirler. Evrimci mikrobiyoloji profesörü Ali Demirsoy şu itirafta bulunur:
Özünde, döllenmiş bir yumurtadan çok değişik yapıda ve işlevde birçok hücre grubunun meydana gelmesi şimdiye kadar doyurucu bir şekilde açıklanamamıştır.2
Tüm bu olağanüstü olayların, tesadüflerin veya hücrenin eseri olamayacağı açıkca ortadadır. Peki, hücrede meydana gelen bu olayları yöneten, belli bir amaca yönelik olarak yaratan, milyarlarca bilgiyi, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alana sığdıran akıl ve güç kime aittir?

HÜCREDEKİ AKIL
Bu durumda şunu kabul etmek gerekir ki, midedeki ya da kulaktaki herhangi bir hücre insandan kat kat daha bilgili olduğu ve bu bilgiyi en doğru ve en kusursuz şekilde değerlendirebildiği için insandan çok daha akıllıdır.
Peki bu aklın kaynağı nedir? Nasıl olur da insan vücudundaki 100 trilyon hücrenin herbiri ayrı ayrı böylesine inanılmaz bir akla, bilgiye ve beceriye sahip olabilir? Bunlar sonuçta atomlardan oluşmuş ve bilinci olmayan yapılardır. Önümüze tüm elementlerin atomlarını alıp farklı biçimlerde ve sayılarda birbirlerine bağlayarak milyonlarca farklı molekül oluştursak, yine de akıl elde edemeyiz. Bu moleküllerin büyük, küçük, basit ya da karmaşık olması da birşey değiştirmez. Sonuçta, bilinçli olarak bir işi organize edip başaracak bir zihin asla ortaya çıkmaz.
O zaman nasıl oluyor da, belli sayıdaki akılsız ve bilinçsiz atomun belli şekillerde dizilmesinden meydana gelen DNA molekülü ve onunla uyumlu olarak çalışan enzimler bilinçli birçok işler yapıp, hücredeki sayısız karmaşık ve farklı işlemleri kusursuz ve mükemmel olarak organize edebiliyorlar? Bunun cevabı çok basittir; akıl, bu moleküllerde ya da bunları içinde barındıran hücrede değil, bu molekülleri bu işleri yapacak şekilde programlanmış olarak var edenin Kendisi'ndedir. Kısaca akıl eserde değil, o eseri yaratanda bulunur.
Bir gün kağıt üzerinde “hiçbir şey tesadüfen oluşamaz” yazısını görseniz bu yazının mürekkebin dökülmesi ile oluştuğunu düşünmezsiniz. Akıl sahibi her insan bu yazıyı yazan birinin olduğunu düşünecektir. Evrimcilerin DNA daki bilginin oluşumu ile ilgili iddiaları ise, bu yazının tesadüfen oluştuğunu iddia etmekle kıyas dahi edilemeyecek kadar büyük bir mantık bozukluğudur.
En gelişmiş bilgisayar bile, onu en ince ayrıntısına dek dizayn eden, tasarlayan, onu çalıştıracak programları yazıp ona yükleyen ve kullanan bir akıl ve zekanın ürünüdür. Aynı şekilde, hücre de, içindeki DNA ve RNA'lar da, bu hücrelerden oluşan insan da, kendilerini ve yaptıkları işleri yaratanın eserinden başka birşey değildirler. Eser ne kadar mükemmel, kusursuz ve etkileyici olursa olsun, akıl her zaman o eserin sahibindedir.
Masanızın üzerindeki deftere yazılmış tek bir anlamlı cümle dahi görseniz, bunun yazarının kim olduğunu merak edersiniz. Defter ile kalemin veya mürekkebin tesadüfen bir araya gelerek, rüzgarın etkisiyle bu cümleyi yazdığını kesinlikle düşünmezsiniz. DNA'da ise milyarlarca bilgi söz konusudur ve bu bilgilerin her biri bir insan için son derece hayati öneme sahiptir.
Peki aynı soruyu neden hücre için sormuyoruz? Defterinizdeki veya bilgisayarınızdaki bilgiler birileri tarafından oraya yazılmış ise, bunlardan çok daha üstün ve ileri bir teknolojiye sahip olan DNA, kim tarafından en mükemmel şekilde tasarlanıp, yaratılıp, kendisi de ayrı bir mucize olan minicik hücrenin içine özenle yerleştirilmiştir? Hem de binlerce yıl öncesinden günümüze kadar hiçbir özelliğini kaybetmeden. Bu satırları okumanız, görmeniz, nefes almanız, düşünmeniz, kısaca var olmanız ve varlığınızı sürdürmeniz için her an görev başında olan bu hücrelerin kim tarafından ve niçin yapıldığını sormaktan daha önemli ne olabilir sizin için?
Hayatta en çok merak etmeniz gereken, bu sorunun cevabı değil midir sizce? Gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz Güneş'ten, vücudunuzdaki DNA'larınıza kadar herşeyde muhteşem bir tasarım, plan ve düzen vardır. Bunların herhangi birini tesadüflerin eseri saymak ise, kesinlikle kabul edilemez ve ciddiye alınamaz bir iddiadır.

MADDE BİLGİ ÜRETEMEZ

Canlıların DNA'larında inanılmaz derecede kapsamlı bir bilgi olduğuna önceki bölümlerde değinmiştik. Milimetrenin yüz binde biri kadar küçük bir yerde, bir canlı bedeninin bütün fiziksel detaylarını tarif eden adeta bir "bilgi bankası" vardır. Dahası canlı vücudunda bir de bu bilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna göre "üretim" yapan bir sistem bulunur. Bütün canlı hücrelerinde, DNA'da bulunan bilgi, çeşitli enzimler tarafından "okunur" ve bu bilgiye göre protein üretilir. Vücudumuzda her saniye gereken yer için gerekli türde milyonlarca protein üretilmesi, bu sistemle gerçekleşir. Bu sistem sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri, kan hücrelerimiz yine kan hücreleri ile yenilenirler.
Bu noktada materyalizmin iddiasını düşünelim: Acaba DNA'daki bilgi, materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye indirgenebilir mi? Ya da bir başka deyişle, DNA'nın sadece bir madde yığını olduğu ve içerdiği bilginin de maddenin rastgele etkileşimleri ile ortaya çıktığı kabul edilebilir mi?
20. yüzyılda yapılan bütün bilimsel araştırmalar, bütün deney sonuçları ve bütün gözlemler, bu soruya kesinlikle "hayır" cevabı verilmesi gerektiğini göstermektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söyler:
Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur.17
Bilgi içeren bir madde , bu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir. DNA’daki bilgi ise benzeri olmayan aklın sahibi olan Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır.
Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde gelişen ve termodinamiğin bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardığı sonuçlardır. Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini araştırır. Bilgi teorisyenlerinin uzun araştırmaları sayesinde varılan sonuç ise şudur: "Bilgi, maddeden ayrı bir şeydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin ve maddenin kaynağı ayrı ayrı araştırılmalıdır."
Örneğin bir kitabın kaynağını düşünelim. Bir kitap, kağıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluşur. Dikkat edilirse, kağıt ve mürekkep maddesel birer unsurdurlar. Kaynakları da yine maddedir: Kağıt selülozdan, mürekkep ise çeşitli kimyasallardan yapılır. Ama kitaptaki bilgi, maddesel bir şey değildir ve maddesel bir kaynağı olamaz. Her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış olan yazarın zihnidir.
Dahası bu zihin, kağıt ve mürekkebin nasıl kullanılacağını da belirler. Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde oluşur. Yazar zihninde mantıkları kurar, cümleleri dizer. Bunları ikinci aşamada maddesel bir şekle sokar. Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak zihnindeki bilgiyi harflere dönüştürür. Sonra da bu harfler matbaaya girerek kağıt ve mürekkepten oluşan kitaba dönüşürler.
Buradan da şu genel sonuca varabiliriz: "Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir. Önce bir akıl vardır. O akıl sahip olduğu bilgiyi maddeye dökmüş ve ortaya bir tasarım çıkarmıştır."

Bir İnsan İle İlgili Tüm Bilgileri Taşıyan Genler

İnsan, kalbinin atışını kontrol edemez. Yemek yerken tükürük bezinin faaliyetlerinin denetimi kendi elinde değildir. Kendi kontrolüne bırakılsa, her saniye nefes alması gerektiğini sürekli olarak hatırlaması oldukça zordur. Bunun gibi sayısız vücut fonksiyonu onun hiçbir müdahalesi olmadan gerçekleşmektedir. Ancak kendi bedeninde kendi denetimi olmamasına karşın, sahip olduğu tüm sistemlerde kusursuz bir işleyiş vardır. İnsanın kromozomlarının içinde kendisiyle ilgili her bilgi vardır. Çekirdekteki 46 kromozomun her biri, bir insan ile ilgili tüm bilgileri taşıyan genlere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün organlar, Allah'ın dilemesiyle hücrelerde yer alan genlerin tarif ettiği bir plan çerçevesinde inşa edilirler. Örneğin, vücutta deri 2.559, beyin 29.930, göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, göğüs 4.001, akciğer 11.581, karaciğer 2.309, bağırsak 3.838, iskelet kası 1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından kontrol edilmektedir. Gözle görülmeyen bir hücrenin içinde saklanan sayısız küçük parçanın, dev bir vücut sistemini kontrolü altında tutması büyük bir mucizedir. Bu sistemde hiçbir aksaklık ortaya çıkmaması, doğan her yeni insanda, aynı genlerin, aynı sistem ve organları kontrol etmesi, olağanüstü bir durumdur. Genler kuşkusuz akıl sahibi varlıklar değildirler; kör ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşurlar. Dolayısıyla buradaki üstün akıl ve kusursuz denetim onlara ait değildir. Hayranlık uyandırıcı birer yaratılış harikası olan genler, örneksiz olarak muhteşem alemler yaratan Allah'ın emrine uyarak hareket etmektedirler. Aslında bu, evrendeki küçük büyük her detayda kendisini açıkça gösteren bir gerçektir. Her şey, Allah'ın üstün yaratmasının bir tecellisidir. Genler, Allah dilediği için "her an" vücut sistemiyle ilgili "her şeyi" kontrol edebilirler. Bu üstün kontrol, tüm bu sistemin asıl sahibi Celil (azîm, mertebesi yüksek) olan Allah'a aittir.

CANSIZ MOLEKÜLLERİN BİRARAYA GELMESİ CANLILIĞI AÇIKLAYAMAZ

Buraya kadar bahsettiğimiz bütün imkansızlıkları ve mantıksızlıkları bir an için unutalım ve ilkel dünya koşulları gibi olabilecek en uygunsuz ortamda bir protein molekülünün tesadüflerle meydana geldiğini varsayalım.
Tek bir proteinin oluşması da yetmeyecek, söz konusu proteinin, bu kontrolsüz ortamda başına hiçbir şey gelmeden kendi gibi tesadüfen oluşacak başka proteinleri beklemesi gerekecekti.... Ta ki hücreyi meydana getirecek milyonlarca uygun ve gerekli protein hep "tesadüfen" aynı yerde yanyana oluşana kadar. Önceden oluşanlar o ortamda ultraviyole ışınları, şiddetli mekanik etkilere rağmen hiçbir bozulmaya uğramadan, sabırla hemen yanıbaşlarında diğerlerinin tesadüfen oluşmasını beklemeliydiler. Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan bu proteinler anlamlı şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini oluşturmalıydılar. Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe yaramaz protein zinciri karışmamalıydı. Sonra bu organeller son derece planlı, düzenli, uyumlu ve bağlantılı bir biçimde biraraya gelip, bütün gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplansalar, bu zarın içi de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla dolsaydı, tüm bu "imkansız ötesi" olaylar gerçekleşseydi bile bu molekül yığını canlanabilir miydi?
Urey-Miller deneyinin geçersiz olduğunun anlaşılması ile evrimciler yeni arayışlara girmek zorunda kaldılar.
Cevap, "hayır"dır! Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, hayatın başlaması için yalnızca canlılarda bulunması gereken maddelerin biraraya gelmiş olması yeterli değildir. Yaşam için gerekli tüm proteinleri toplayıp bir deney tüpüne koysak yine de canlı bir hücre elde etmeyi başaramayız. Bu konuda yapılan tüm deneyler başarısız olmuştur. Bütün deney ve gözlemler ise hayatın ancak hayattan geldiğini göstermiştir. Hayatın cansız maddelerden çıktığı iddiası, bu bölümün en başında da belirttiğimiz gibi, sadece evrimcilerin hayallerinde yer alan, tüm gözlem ve deneylere aykırı bir masaldır.
Bu durumda, yeryüzündeki ilk hayatın da ancak bir Hayat'tan gelmiş olması gerekir. İşte bu, "Hayy" (Hayat Sahibi) Allah'ın yaratmasıdır. Hayat ancak O'nun dilemesiyle başlar, sürer ve sona erer. Evrim ise, canlılığın nasıl başladığını açıklamak şöyle dursun, canlılık için gerekli malzemenin nasıl oluştuğunu ve biraraya geldiğini bile açıklayamamaktadır.
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu... Ama şu anda, Tanrı'ya inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı argüman bulamıyorum... Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil.15

Bakteri DNA’sındaki Mucize

Bakteri, sahip olduğu yüzlerce değişik özelliğin yanı sıra Allah'ın üstün yaratmasını sergileyen bir DNA’ya sahiptir. Bilinen en küçük bakteri olan theta-x-174’ün DNA’sında 5.375 nükleotid bulunmaktadır. Normal boyutlardaki bir bakteride ise nükleotid sayısı 3 milyon kadardır.

Kodlanmış bu bilgiler, bakterinin yaşaması için gereklidir ve bunlarda meydana gelebilecek en küçük bir değişiklik bile bakterinin ölmesine neden olacaktır. Evrimci astronom Carl Sagan, bakteri hücresindeki bu olağanüstü bilgi hazinesinin kapasitesini şu şekilde açıklar:

“Basit bir hücredeki bilginin 1012 bite (bayt) kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayı, Britannica Ansiklopedisinin yüz milyon sayfasına denk gelmektedir. (Carl Sagan, “LIFE" IN ENCYCLOPEDIA BRITANNICA: Macropedia (1974). Sf. 893-894)

Yüz milyon sayfalık bu bilgi 2-3 mikron büyüklüğündeki bakterinin içinde bulunan DNA’da mevcuttur. 2-3 mikron büyüklüğündeki bu hücrenin içinde bilgi taşıyan bu sarmalın uzunluğu ise 1400 mikrondur. Burada 1 mikronun, 0,001 mm. gibi çok küçük bir birim olduğunu unutmamak gerekir. Özel bir dizayn ile bu müthiş bilgi zinciri, kendisinden binlerce kat küçük bir organizmanın içine sığdırılmıştır. Bu yaratılış harikasının içinde gerçekleşen işlemler ise mükemmel bir organizasyon ve şuurlu bir birlikteliği gösterir. Konuyla ilgili olarak Antropolog Loren Eiseley şu açıklamada bulunmaktadır:

“En basit olarak kabul ettiğimiz hücrenin içindeki fizyo-kimyasal organizasyonun detaylarını kavramak bizim kapasitemizi aşmaktadır.” (Loren Eiseley, The Immense Journey, 1957, sf.206)

Şunu tekrar belirtmekte yarar vardır: Bu derece yüklü bir bilgi, sadece “tek bir” hücrenin yaşaması için gereklidir. Bakterilerin, dünyanın her yanına yayılmış organizmalar olduğu düşünüldüğünde, böylesine bir bilginin her bir bakteri hücresinde aynı özen ve sıralama ile var olduğunu bilmek oldukça hayret vericidir.

Böylesine bir sistem tesadüfen oluşabilir mi? Bu sistemin tesadüfen oluşamayacağını daha iyi görebilmek için DNA molekülünü daha yakından tanıyalım. Bakterinin genomunun içinde taşıdığı bilgiyi biyofizik uzmanı Dr. Lee Spetner şu şekilde açıklamıştır:

“Genom (DNA molekülü) çok fazla bilgi taşıyabilmektedir. Örneğin bir bakterinin genomu, birkaç milyon sembolden oluşan bir dizidir. Bir memelinin genomu ise 2-4 milyar sembolden oluşmaktadır. Eğer bu sembolleri sıradan bir tür kitabın içerisine bassaydınız, bir bakteri için olan kitap yaklaşık olarak 1.000 sayfa olacaktı... Bu bilginin hepsi her bir hücrenin küçücük kromozomlarının içerisindedir.” (Dr. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, 1998, sf. 30)

Aynı şekilde I. L. Cohen, evrim teorisindeki çelişkileri ve imkansızlıkları sergilediği kitabı “Darwin Was Wrong”da (Darwin Hatalıydı veya Yanılmıştı) bir bakteri DNA’sının tesadüfen meydana gelmesinin imkansızlığını şu şekilde belirtmiştir:

“DNA’nın tesadüfen ortaya çıkma ihtimali oldukça azdır. ‘İhtimal faktörleri esas alındığında... 84’ün üzerinde nükleotide sahip olan herhangi bir DNA sarmalı tesadüfi mutasyonların ürünü olamayacaktır. Bu aşamada ihtimaller 4.80 x 1050’de 1’dir. Böyle bir sayı eğer yazılsaydı, şöyle olacaktı:

80,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000,000... Matematikçiler 1050’nin üzerindeki herhangi bir sayının meydana gelme ihtimalinin istatistiksel olarak '0' olduğu konusunda hemfikirdirler. En küçük bakteri de dahil olmak üzere, bildiğimiz herhangi bir tür, 100 ya da 1.000’den çok daha fazla nükleotide sahiptir. Gerçekten tek hücreli bakteriler, çok özel bir dizilimle sıralanmış olan yaklaşık olarak 3.000.000 kadar nükleotid sergilemektedirler. Bunun anlamı şudur: Bilinen herhangi bir türün, tesadüfi olayların -tesadüfi mutasyonların- ürünü olmasının matematiksel ihtimali yoktur.” (L. Cohen, Darwin Was Wrong, 1984, sf. 205)

Bakterilerin Üremesi

Bakteriler çoğalmak için çeşitli mekanizmalar kullanırlar. Bu süreçte, ikiye bölünerek, spor haline gelerek veya eşeyli olarak üreyebilirler. Bu çoğalma işlemi de, bakterinin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunun diğer bir delilini teşkil eder. Bakteri hücresi bölünmeden önce kromatin adı verilen yapı bölünür ve yavru hücreler 30 dakika içinde tam büyüklüğe ulaşarak yeniden bölünmek için hazır olurlar. Bakteriyel hücre bölünmesi sırasında akıllıca tasarlanmış bir sistem devrededir. Bu tasarım sırasında meydana gelen DNA kopyalanması ve hücre bölünmesi, indirgenemez kompleksliğe bir örnektir. Yani sistemin çalışabilmesi için, sistemi oluşturan bütün parçaların aynı anda ve eksiksiz olarak birarada bulunmaları gerekmektedir. Böyle bir durumda evrim teorisinin temel iddiası olan kademeli ve tesadüfi gelişim fikri, geçersiz bir hale gelmekte ve çürümektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bu kompleks sistemin, tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır.

Tek Bir Hücrede Sergilenen Akıl ve Sanat

Buraya kadar verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, bakteriler, evrimcilerin iddia ettikleri gibi basit veya ilkel canlılar değildirler. Bütün canlı organizmalarda olduğu gibi, bakteriler de kompleks yapılara ve mekanizmalara sahiptirler. Hücre içinde gerçekleşen işlemler ve tek hücreli canlıların üstlendikleri görevler büyük bir uyum içerisindedir. Yani bakteriler, yaptıkları işler için gerekli olan ideal tasarıma sahiptirler. Burada ortaya çıkan evrimci yanılgı, bakteri hücresini, insan hücresi gibi çok farklı amaçlarla donatılmış bir yapıyla kıyaslamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla böyle bir karşılaştırma sonucunda bakteri hücresinin, insan hücresine göre daha ilkel olduğu ortaya çıkmaz. İki sistem de kendi içlerinde en fazla kompleksliğe sahiptirler. Ancak üstlendikleri görevlere göre farklılaşmış durumdadırlar. Tek bir hücrede sergilenen bu akıl ve sanat, kuşkusuz, küçücük bir varlığa bu muhteşem özellikleri veren Allah’ın yarattığı mucizeleri ve Allah’ın sonsuz ilmini görmek için büyük bir fırsattır.